Belki güzeldir, daha görmedim, belki bir gün görürüm. Bulutlar gibi güzel bir güne uyanırım belki bir gün. Mis gibi yeşilliğin üstüne yağmur yağar güzel bir müzik ile birlikte. Konuşurum gün doğana kadar sonra daha güzel yaşarım. Şimdi de güzel yaşıyorum aslında, daha fazlasını istemek biraz şımarıklık gibi. Düşüncesi güzel ama.
Biraz tarçın, birkaç yaprak çay ve birkaç damla limon. Şimdilik elde edebileceğim bu. Güzel bir düşünce ile birlikte. “Yaşlı Adam ve Deniz” kitabını okuyorum tekrar. Bazı kitapları tekrar okumayı seviyorum. Aynı macerayı tekrar tekrar yaşıyorum. Mutlu ediyor benim, gözlerim yanıyor ve başım ağrıyor. Tuşlara her bastığımda çarpıp gürültü yapan masayı biraz uzaklaştırıyorum duvardan. Niye bu kadar yanaştırdım acaba, genelde yapmam böyle şeyler.
Küçük şeylerin hayatımızda garip işaretleri var, küçük renklerin, kısa anların ve sohbetlerin. Tınısı hoşuma gidiyor yine, öyle öyle rüyalara dalmak istiyorum işte, şu an mümkün değil gibi.
Sabah olmasa keşke bu büyük şehirde, zira dışarı çıkınca gördüklerimi sevmiyorum. Hırsların getirdiği noktayı, en çok saygı duyulan şeyin ceplerde ikiye katlanan kağıt parçası olduğunu, tüm hayatların kollardaki yuvarlak metale bakarak hep bir yerlere bir şeylere yetişme çabasında olduğunu ve gözlerde oluşan o büyük boşluğu. Umutsuzluk diye basit bir şekilde geçemem bunları, evet sevmiyorum dostlar, üzgünüm.
Hep hatırlatmaya çalıştığım bir şeyler var işte ama kimseye değil sadece kendime. Nasıl bir güç gerekir beni oturduğum koltuktan kaldırmaya, hep bunu düşünürüm. Ne kadar çabalamak gerekir, ben öğrendim bir şekilde bunu sizde bilin isterim, bir hayli çok. Çünkü beden ve zihin bir tehlike sezmediği sürece olağan durumunu korumaya meyillidir bu nedenle ilk adım her zaman en zor adım olmuştur. İnanıyorum ki o adımı atmak için kendime bir amaç ve ulaşmam gereken bir hazine vaat edersem bu iş biraz daha kolaylaşacaktır. Benim çok güzel bir hazine var aklımda ve okumaktan çok keyif aldığım yazar Joseph Campbell’ın da dediği gibi “Girmeye korktuğun mağara, aramakta olduğun hazineyi saklıyor olabilir.” Sonra mı? Sonrası benim işte. Öylesine bir ben.
Bu noktada hareket algısını ele almak gerek sanırım ve “Neden bu kadar kolay harekete geçemeyiz?” sorusu hep sorulması gerek soru. Hareket etmek, -öncelikle bir olaya karşı refleks göstermiyorsak ki bu durum saniyenin üçte biri hızında gerçekleşir- hep bir plana bağlı gerçekleşir. Yani geleceğe bağlıdır. Bu noktada “konforu bırakma ve bilinmeyenlerin arasına atlama” planı zihnin belirsizliklere karşı olan direnciyle birlikte aslında içimizde destansı bir savaşa giriştiğimizi anlarız. Bu arada zihin eylemin etkilerinden değil, gerçekleşme fikrinden korkar. En basiti dalmaktan veya paraşütle atlamaktan korkmak mesela. Eylem gerçekleşene kadar zihnin kontrolü korkularımızın elindedir ve eğer başarı sağlanırsa eylemin sonucu olarak artık korkular yok olur.
İşte bu noktada tek yapılması gereken “Eylem Anı”na odaklanmaktır. Ancak odaklanmak acele ile yapılmaz, sakin, dingin ve bedenin kapladığı mekanda mevcut olarak yapılabilir. İşte o an dostlarım, en güzel andır. Kalbimin yerinden çıktığı, elimin ayağımın titrediği ve ya gerçekleştiremezsem düşüncelerinin aktığı andır. O anda vereceğim kararlardan en az pişmanlık duyacağım kararı seçtiğim zaman güzel ve mutlu bir güne uyanmak için hiç bir engelim kalmaz. Ben böyle kararlarla mutluyum ve mutlu kalmaya devam edeceğim.
Darısı başınıza…
Bir cevap yazın