
Zaman kesinlikle değişiyor ve her dönüm noktasında korkular ve şüpheler kol geziyor.
Ne yapmak lazım peki, yolun ortasında öylece oturup düşüncelere dalmak mı?
Bu konuda bir kaç fikrim olabilir.
Şüphe duyduğun zama, ya bir şey yap ya da hiçbir şey yapma.
Emin olmadığımız zaman ön yargımız seçimlerimize rehberlik eder… ama hangileri?
Muhteşem bir olaylar zincirinin kilit noktası olduğunu hayal et. Sıra sana geldiği zaman ne yapacaksın? Eylemi gerçekleştir ve kahraman ol veya hiçbir şey yapma ve biraz daha zaman kazan. Muhtemelen zincir iki durumda da kırılacak. Ne dersin, haklı mıyım? O noktada sana güven veren şeyler neler olabilir veya seni tedirgin eden? Sonuç ne olursa olsun bir eyleme geçmek mi mantıklı yoksa ilk an da hiç bir şey yapmayıp durumu analiz etmek mi? Yazarken her şey ne kadar kolay, kolaysa o an da sen kal bakalım dediğinizi duyar gibiyim.
Size etrafımda ki herkesin bildiği bir şeyi söyleyeyim, on binlerce hayalim oldu şimdiye kadar ve ben sadece beş altı tanesini gerçekleştirebildim. Kalan ömrümde ise yine on binlerce hayalim olacak ve umarım en az birini gerçekleştirebilirim diye umutla eylemlerimden şüphe etmeden yürümeye devam ediyorum.
O dönüm noktaları var ya hani, işte onlar her zaman aydınlık ve mutlu yerlere çıkmayabilir. Üzülebilir, kırılabilir, yalnız kalabilirsiniz. Fedakarlıklar yapmanız gerekebilir, canınız yanabilir, hasta olabilir hatta yaralanabilirsiniz. Zihniniz ve bedeniniz sizi korumak için elinden geleni ardına koymayacaktır elbet. İşte bu istemsiz çabadır sizde korku ve şüphe uyandıran. Bu sebeple gelişmelisiniz, okumalı ve denemelisiniz. Şu soruyu özellikle sormalısınız kendinize, gitmek istediğim yer yaşadıklarıma değecek mi? Öyle bir kazancın fedakarlıkları neler olmalı. Bunu iyi veya kötü anlamda söylemiyorum, çünkü bazı insanlar ihtiyaçları doğrultusunda başkalarına bile zarar verebiliyor ve bazı durumlarda ulaşmak istediğiniz noktada insanlar üzülebiliyor. Bence bırakın üzülsünler, herkesi mutlu ederek mutlu olamayacağınızı adı duyulmuş bir çok insan zaten söylüyor.
Anksiyetem olabilir ama içgüdülerime ne zaman güveneceğimi biliyorum.
Çünkü enerji asla yalan söylemez.
İnsanlarla konuşurken, bir işle uğraşırken hatta kitap okurken bile kaygılarıma yenik düşebilirim. Ünlü bir yazarı okurken anlamadığım bölüm için kitabı bırakıp defalarca araştırma yapar, kendimi iyice yorduktan sonra kalan az bir enerjiyle kitaba devam etmeye çalışabilirim. Ama o enerjisizlik artık kitabı daha fazla anlayamama neden olacaktır. Biriyle konuşurken ona söyleyeceğim şeyleri düşünürken, bana verme ihtimali olan cevaplara yine başka cevaplar hazırlarken aynı şekilde tüm enerjimi harcayıp en sonunda konuşmaktan bile vazgeçebilirim. Bu kaygılar işte hayatımda belki her şeyi yapmamı sağlayan tüm gücü sadece nasıl yapmalıyım düşünceleriyle heba eder gider.
Bazı zamanlar da ise kaygılar sadece duraksamaya neden olmaz, parasız kalma, kaybetme veya küçük düşme kaygısı nedeniyle yanlış kararlar vermeye neden olurlar.
İçgüdülerimiz bizi vücudumuzdaki tüm sinir hücrelerine bağlar. Beyninizde “gerçekler ve duygulardan oluşan ağ” olarak işlenir. Bilinçli aklımız gibi, içgüdülerimiz de bilgiyle doludur. Tahmin ediyorum ki herkes bir dönüm noktasında karar verirken midesindeki hissin nasıl olduğunu bilir. İşte bu sesin yüksek ve açık bir şekilde ortaya çıkması gerekir. İçgüdüler yabanıl bir geçmişe göre değil doğamızın tecrübelerimizle birleşerek bize yol göstermesini sağlar.
İçgüdülerimin tam anlamıyla güvenilir olması için öğrenmeli, uygulamalı ve sonuçlarına katlanmayı öğrenmeliyim.
Evrimsel olarak daha eski, otomatik ve hızlı işlemeye dayanan bir sistem, bilişsel ön yargılarımız gibi yanlış yönlendirmelere de düşüyor olabilir. Bunlar pratikte otomatik olarak ortaya çıkabilecek sistematik hatalar. Bu hatalardan bilginin ve tecrübenin eksikliği sonucu çıkıyor aslında ve bence bu boşlukları doldurmaya odaklanmak tek ve gerçek yaşam mücadelesi oluyor.
Elbette burada anlatmaya çalıştığım şey bir hastalığın tedavisi değil, sadece olarak nasıl daha net yaşayabileceğimizdir.
Sevgiyle kalın güzel dostlarım.
Li Po
Cemal Süreya
Kimsenin ölümü,
Çinli şair Li Po’nun ki kadar güzel olamaz.
Li Po sandaldaydı, yeterince içmişti.
Hava açıktı.
Günaçığı değil de, ayaçığı bir gece.
Li Po, ayın sudaki görüntüsünü bütünüyle kucaklamak istedi.
Bunun için suya sarktı.
Kollarını gepgeniş açarak daha da sarktı.
Bir cevap yazın