Gün:

Oturdum bugün bir birey olarak bir yazı yazayım diye ama pek doğru gelmiyor. Aslında sadece bugün yazmam bile yanlış. En işsiz güçsüz, boş anlarımızda bile ancak özel günlerde o güne özgü davranışlar sergiliyoruz. Sevdiklerimizi 14 şubatta şımartıp, çocukları 23 nisanda hatırlıyoruz. Kısacası benim oturup bugün bu yazıyı yazmam, kadınları sadece 8 Mart’ta hatırlayıp vurgulamam bile bir ayrım, bir çıkar çatışması. Bu yüzden özür dileyerek başlamalıyım sanırım.
Ben:
Yakın bir zamana kadar kabul edilme arayışımda, “ben” olmanın ne demek olduğunu bilmiyordum. Sevmediğim durumlar için sürekli içten içe öfke duyan bir insandım. Uzun zaman boyunca aslında olmadığım şey olmuştum ve bu “ben” çok yabancıydı, çok zorlamaydı, daha çok çevremdeki insanlardı aslında.
Bana yabancı, sürekli yalnız hisseden, yanlış bir şey olduğunun farkında bile olmayan. Kendimi tanımadığım, tekrarlayan bir kedi ve fare oyunuydu sanki yaşadığım döngü. Bir şeyler gelişir, bir şeylere dönüşür, bir şeyler kaybedilir ve yeniden başlardım.
Bir süre sonra bu oyunları bir daha oynamak istemiyorum diye fırladım bu zorlama hayatın içinden. İnsanların ne yapıyorsun sen, hatalısın, yanlışsın söylemlerine kulaklarımı kapayıp kendi rotamı çizdim. Kimseye de beni kabul et ya da terk et demedim.
Zorlama olan her şeyi geride bırakmak için değişmeye başladım, zorlu bir süreçti bu atlattığım. Bu süreçte pek çok eski bağı kopardım, değişime alışana kadar pek çok yeni bağı batırdım. Beceriksizliğimle çok zarar verdim, zarar gördüm, kazandım, kaybettim. Fakat bütün tecrübelerim aklıma kazındı.
Yaşamın benim oyuncağım olmadığını, üzerinde tamamen kontrolüm olmadığını anladım. Bu nedenle hayat istediğimiz veya beklenilen şekilde gitmediğinde genellikle olumsuz bir duygu yoğunluğu yaşıyoruz. Bunu fark ettim ve yaşamı akışına bıraktım. İşte o zaman özgür kaldım aslında. Ben olmakta özgürüm artık, değişmekte özgürüm, değişimimi etkileyen her şeyi seçmekte özgürüm. Yaşam akmaya devam ederken, artık “ben” olarak süzülüyorum akıntının üzerinde.
Neden bunları anlatıyorum, elbette kadınlar hakkında bir şeyler söyleyecek biri değilim, ya ne sanıyordunuz. Ben burada değişimimi anlatmalıyım bence, nasıl değişebileceğinizi anlatmalıyım. Pek çok konuda suskunluğumun nedenlerini anlatmalıyım. Ama artık gözlerimi kaçırmıyorum yaşananlardan, harcadığımız özgürlükleri görebiliyorum artık. Ellerinden aldığımız (zamanında benim de aldığım) hakları, yaşatılan fiziksel veya psikolojik şiddeti.
Zayıf?
Şunu düşünün bir kere, hak demek bile hala zora gidiyor, şiddet ve taciz kelimesini koyuyoruz kadının önüne, adalet hakkını vermekten, özgürlüğünden, eşitliğinden bahseden yok. Hala korunması gereken zayıf varlıklar olarak görüyoruz. Haremden çıkarmışız ama birey olarak kabul edememişiz işte bir türlü. Sadece erkekler olarak değil, kadınların kendisi bile bir noktada böyle aslında. Ana karayla parça parça uzlaşmaya çalışan ada ülkeleri gibi. Dünyanın bir bütün olduğunu hala anlayamıyoruz maalesef.
Dünya değişiyor, öğreniyor diyoruz ya. Ben bu dönüşümleri bir su canlısının karaya ayak basması gibi yavaş olduğunu görüyorum, keşke onun kadar da istikrarlı olsa. Sürekli 2 adım ileri bir adım geri yapmasa. Bir bireye haklarını vermek kimseden bir şeyler götürmez, önce bunu öğrenmemiz gerek.
Birey:
Cinsiyet ayrımı yapan kelimeleri bırakıp “Birey” dediğimiz zaman çözülür her şey…
Sevgiyle kalın dostlarım.
Bir cevap yazın